HİSSİZLİK

Boynuna üstünkörü bağladığı eşarbı ve atkuyruğu yapılmış saçları rüzgarda uçuşurken yürümeye devam ediyordu genç kız, kafasında onu meşgul eden düşünceleri ile beraber. Denizin kokusu genzine dolduğunda duraksadı birden, baktı etrafına insanları izlemeye başladı.  Şehrin, insanların karmaşık ve gürültülü seslerine bıraktı kendini. Hissetmek istedi sadece. Denizin kokusunu almadan, insanları izlemeden, şehrin ve insanların seslerini duymadan sadece hissetmek… Ama yapamadı ve oturdu olduğu yere, sarkıttı denize ayaklarını, devam etti düşünmeye. Elinden insan olabilmesi için gereken tek şeyi hissedebilme duygusunu almışlardı bir zamanlar. Oysaki çok isterdi diğerleri gibi olabilmeyi yürekten gelerek davranmayı, ağız dolusu gülebilmeyi veya hıçkıra hıçkıra korkmadan ağlayabilmeyi… Oysa ona sorsalar belki de hiç denizin kokusunu almamayı, insanları izleyememeyi, şehrin ve insanları gürültülü karmaşık seslerini duymamadan onları sadece bilmeyi tercih ederdi. Kim bilir? Ama sormadılar sadece elinden aldılar önemsemeden, ne olacağını umursamadan. O da bu hissiz hayatına mahkum kaldı, kabullendi, hislerini geri alabilmek için mücadele bile edemedi belki de etmedi. Mücadele etmek için yeterli gücü olmadığını düşünerek aslında sadece henüz hissetmeye hazır değildi. Ne zaman hazır olacaktı ve hazır olduğunda hissedebilecek miydi bunu merak ediyordu genç kız. Sorun kendisinde olamazdı ya sonuçta elbet hissedecekti bir şekilde geri kazanacaktı. Bunun için mücadele etmeliyim dedi iç sesi, kendim için en azıdan bunu yaptım diyebilmeliyim, mücadele ettim duyularıma duygularım da karışabilsin diye. Kalktı yerinden çevik bir hareketle aldığı kararın verdiği o değişik anlayamadığı anlamlandıramadığı şeyle adımlamaya başladı az önce oturduğu kaldırımı. Hislerine yürüyordu, geri alacaktı onları adımları gibi kendinden de emindi artık. Peki gerçekten hissedebilecek miydi, hislerini geri aldığında mesele bu muydu onları geri almak?


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar